Araştırmacılar, iki hayvanat bahçesinin etrafındaki havayı filtrelediler. Bu sayede düzinelerce türden genetik materyali belirleme imkanına eriştiler. İlk kez havadaki hayvan DNA’sının yakalanması, vahşi yaşamı izlemeye ve korumaya yardımcı olabilecek bir teknik gibi görünüyor.
Kopenhag Üniversitesi'nde evrimsel genomik Doçenti olan Kristine Bohmann, daha önce akademik soy ağacını elde etmek için, parazitlerin bağırsaklarını incelemişti. Bunun için yakınlardaki vahşi yaşam hakkında genetik ipuçları toplamak üzere Madagaskar'da sülüklerle dolu bir dereye girmesi gerekti. Dahası veri elde edebilmek için onların önce çıplak tenine yapışmalarına izin vermesi gerekmişti. Bohmann “İnsan yemi gibi davrandım. "Bu sülükler aslında yağmur ormanlarındaki hayvanlarla beslenir, kanlarını alır ve mükemmel DNA koruyucularıdır." diyor.
Şimdi ise, Bohmann ve ikinci bir grup araştırmacı, çevresel DNA veya "eDNA" için numune almanın çok daha kolay bir yolunu keşfettiler. Rüzgârda yüzen mikroskobik genetik materyal parçalarını yakalamak için iki hayvanat bahçesine ve çevresine birkaç hava filtresi yerleştirdiler. Minik filtreleri çıkardıktan ve DNA'yı bir sıralayıcı ile çoğalttıktan sonra, düzinelerce tutsak hayvan türünün genetik ipuçlarını elde ettiler. Onların yanı sıra sincap, kedi ve kirpi gibi yakınlarda yaşayan serbest dolaşımdaki canlılar için genetik belirteçler de gözlemleyebildiler. Bilim insanları nehirlerdeki ve okyanuslardaki balıklardan ve diğer canlılardan genetik materyali tespit etmek için benzer eDNA örnekleme tekniklerini kullanıyor. Ancak bu, havadan toplanan memeli DNA'sı için ilk kez kullanılan bir teknik. Bohmann, "Bir sonraki adım, bu yöntemi doğaya nasıl taşıyacağınızı ve onu farklı habitat ve ekosistem türlerine nasıl uyarlayacağınızı bulmaktır. Oldukça heyecan verici." açıklamalarını yaptı.
Hayvanat bahçesine dayalı bu iki deneyin sonuçları, Current Biology dergisinde geçen hafta yayınlandı. İlk rapor Kopenhag Üniversitesi'nde Bohmann ve ekibinden geldi. İkinci rapor ise Londra'da Queen Mary Üniversitesi ve Toronto York Üniversitesinde bir grup tarafından yayınlandı.
Tek Seferde 49 Omurgalı Tespit Edildi
Danimarkalı araştırmacılar, bir seferde 30 saat boyunca üç hava filtresi kurdular ve 30 memeli, 13 kuş, dört balık, bir amfibi ve bir sürüngen dahil olmak üzere 49 omurgalıyı tanımlayabildiler. Ayrıca Okapi ve armadillo gibi tutsak hayvanat bahçesi hayvanlarından, yağmur ormanlarındaki bir evde yaşayan bir lepistesten ve hatta kahverengi sıçan ve ev faresi gibi zararlılardan da DNA belirteçleri yakaladılar. Araştırmayı ilginç kılan örneklerden biri de hayvanat bahçesindeki diğer hayvanları beslemek için kullanılan balıklardan alınan küçük DNA parçalarının da gökyüzüne doğru kaldırıldığında filtre tarafından tespit edilebilmesiydi.
York Üniversitesi'nde biyoloji yardımcı Doçent Elizabeth Clare'e DNA filtresinin bir kahve filtresi gibi çalıştığını söylüyor: "İçinizden geçen hava var ve partikül olan her şey yakalanmalı, tıpkı kahve telvenizin yakalandığı ancak suyun hızla aktığı gibi. Yapmaya çalıştığımız şey, havada bulunan DNA'yı veya hücreleri veya mikroskobik doku parçalarını bu filtreye hapsetmek. Sonra steril bir laboratuvara geri dönebilir, tüpü kırabilir, bu küçük filtreyi geri alabilir ve DNA'yı doğrudan oradan alabiliriz."
Kamera Tuzakları ile Yaban Hayat Araştırılmaya Devam Ediliyor
Yaban hayatı araştırmacıları, yıllardır hayvanları izlemenin daha iyi bir yolunu aramaya devam ediyor. Bu sebeple bazıları, nadiren veya geceleri ortaya çıkabilecek utangaç yaratıkların görüntülerini almak için bilinen vahşi yaşam parkurları boyunca "kamera tuzakları" kurdu. Diğerleri ise hayvan varlığını ve ne yediğini gösterebilecek dışkı veya dışkı belirtileri aramayı tercih etti. Bir de çamurlu nehir kıyısı, kar kıyısı veya kumlu çöl boyunca bırakılan ayak izlerini izleyen araştırmacılar vardır.
ABD Orman Servisi'nin Montana, Missoula'daki Ulusal Yaban Hayatı ve Balıkları Koruma Ulusal Genomik Merkezi'nde kıdemli bilim adamı olan Michael Schwartz "Ekosistemleri eski haline getirmek istiyorsak, koruma eylemlerimizin tehdit altındaki ve nesli tükenmekte olan türleri nasıl etkilediğini anlamamız gerekiyor. Ancak bunu yapmak için en nadir, en utangaç ve en gizemli türleri bile tespit edebilmemiz gerekiyor. Havadaki çevresel DNA'yı tespit etme yeteneği gibi yeni teknolojilere ihtiyacımız var." ifadelerini kullandı.
Hem Bohmann hem de Clare, hayvanat bahçesine dayalı deneylerinin sadece bir başlangıç olduğunu ve hem örnekleme tekniklerini hem de ilgili teknolojileri geliştirmek için araştırmaya devam etmeyi umduklarını söylüyor.
Araştırmacılar, bir hayvanın sadece mevcut konumunu bilmek yerine zaman içindeki hareket modellerini tespit etmenin, habitatını gelişmeden korumanın ve gezegenin biyolojik çeşitliliğini korumanın anahtarı olduğunu söylüyor. Clare “Var olan hemen hemen her şey, siz varken hayvanın da orada olmasını gerektirir. Yani bir kamera tuzağınız varsa, kamera tuzağının önünden yürümesi gerekir. Ve eğer geride kalırsa, orada olduğunu asla bilemezsiniz. DNA invaziv olmayan bir yöntemdir. Yani hayvan dün veya önceki gün orada olmuş olabilir ve aslında onu hala tespit edebilirsiniz. Daha çok geride bırakılan bir ayak izi gibi.” diyor.
Bu gibi daha fazla yazıya erişmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu habere henüz yorum yazılmamış, haydi ilk yorumu siz bırakın!...